İklim kanunu mu sermaye kanunu mu?

by METUEST

Okulumuzun çevre mühendisliği bölümünden arkadaşlarımız Okan Berber ve Cemre Topaloğlu’nun düşüncelerini kaleme alarak bize ulaştırdığı bu yazıda iklim kanunu hakkında çok şey bulabilirsiniz.

Geçtiğimiz günlerde yürürlüğe konulmaya çalışılan bir İklim Kanunu ile karşı karşıya geldik. Bizler ODTÜ Çevre Mühendisliği öğrencileri olarak yazımızda bu ve bu gibi yasaların neden çevreyi ve canlıları korumayacağını açıklayacağız, asıl amaçlarının ne olduğunun teşhisini yapacağız.

Madencilik ve İnşaat

İktidar meslek odalarının, çevreyle ilgili çalışma yapan kişi ve kuruluşların görüşlerine başvurulmadan düzenledikleri kanun teklifinde “sürdürülebilirlik”, “döngüsel ekonomi” ve “sıfır atık” gibi kavramlarla sermaye odaklı politikalarını yeşil ve sürdürülebilir bir söylemle meşrulaştırmaya çalışırken sermaye çevrelerinin taleplerine uygun bir ekonomik düzenleme niteliği taşımaktadır. Kanunda madencilik ve inşaat gibi sektörlerin neden olduğu tahribatı önleyecek veya azaltacak bir planın; fosil yakıt üretimi, iklim değişikliği ve sanayiden kaynaklanan ekolojik tahribatın azaltılmasına yönelik herhangi bir düzenleme bulunmaması bunun bir kanıtıdır. Bu konularda önlem alınmayan kanunların teklif edilmesiyle birlikte yaşadığımız alan olan şehirlerin ve doğanın iktidar tarafından yalnızca kâr edebileceği bir alan olarak el aldığını tekrardan gördük.

Geçmişteki maden ve rant politikaları, iktidarın iş güvenliği, halk sağlığı ve doğadan çok sermayeyi öncelediğini göstermektedir. 2022’de İliç’teki facia sonrası Anagold şirketine kesilen 16 milyon TL ceza ve sonrasında yetersiz denetimlerle madenin 2024’te tam kapasiteyle çalışması bunun bir örneği.

Tarım ve Sulama

Bu kanun, tarım ve sulama politikalarıyla biz çevre mühendisliği adaylarının gözünde sınıfta kaldı. Tarımda “iklim değişikliğine dirençli ürünlerin” üretiminin teşvik edilmesi, yüzeyde olumlu bir adım gibi görünse de uygulamada yalnızca büyük sermaye sahiplerinin elindeki patentli tohumların ve endüstriyel üretim modellerinin yaygınlaşmasına zemin hazırlamaktadır. Küçük üreticilerin bu dönüşüme nasıl dahil edileceğine dair herhangi bir ekonomik destek mekanizmasının öngörülmemesi, tarımda sermaye yoğun ve dışa bağımlı bir yapının güçleneceğine, yani sektörde tekelleşmenin derinleşeceğine işaret etmektedir.

Öte yandan, Türkiye’de toplam su tüketiminin yaklaşık %74’ü tarım sektörüne ait olmasına rağmen, mevcut sulama politikaları bu alanın iklim krizine karşı dayanıklılığını artırmakta yetersiz kalmaktadır. Damla sulama gibi su verimliliğini artıran modern yöntemlerin yaygınlaştırılması konusunda somut bir teşvik ya da zorunluluk bulunmamakta; aksine, buharlaşma kayıplarının yüksek olduğu açık kanal sistemleri yaygın biçimde kullanılmaya devam etmektedir. Bu durum, hem su kaynaklarının sürdürülemez biçimde tüketilmesine hem de tarımsal üretimin iklim krizine karşı savunmasız kalmasına neden olmaktadır.

Kentleşme

Kanun teklifinde kentleşme ile ilgili olarak iklim değişikliği bağlamında ele alınacağı bahsedilse de geçmişten günümüze şehirlerde yaşanan afet ve felaketlerin nedeninin plansız kentleşme ve doğa tahribatı olduğu bilinmesine rağmen iklim kanunu bu konular hakkında gerçekçi bir adım niteliğinde politikalar içermiyor ve bu sorunlar göz ardı ediliyor. Verimli tarım arazilerinin ve dere yataklarının yapılaşmaya açılması, yeşil alanların daraltılmasının amacı; bu alanların Cengiz, Rönesans gibi iktidar ortakları olan inşaat sermayedarlar için rant projelerine açmaktır. Bu projeler planlanırken altyapı planlamalarının meteorolojik veriler dikkate alınmadan yapılması, doğal olayların afete dönüşme riskini artırmaktadır.

Altyapı ve Ulaşım

Geçmişte hayata geçirilmiş projelere de baktığımızda halkın ulaşımı için planlanması gereken projelerde korku ve endişeye sebep olduğunu görüyoruz. Ayrıca, bu projelerin halk odaklı değil Sermaye odaklı olduğunu bir defa görmüş olduk. Evrensel Gazetesi’nde yer alan haberde, Karadeniz sahil yolunun yapımında kullanılan dinamitler ve çeşitli mühendislik çalışmalarının, bölgenin doğal heyelan riskini daha da artırdığı vurgulanıyor. 2007’de tamamlanan ve “Avrupa standartlarında duble yol” olarak tanıtılan projenin ardından, su birikintileri nedeniyle çok sayıda trafik kazası yaşandığı, denizin büyümesiyle yollarda çöküntüler meydana geldiği, taşların yola savrulması sonucu trafiğin aksadığı ve tünellerin çöktüğü belirtiliyor. Sahil yolu boyunca birçok noktada heyelanların yaşandığına dikkat çekilen haberde, bir haftadır yağmur yağmamasına rağmen heyelan gerçekleşmiş olması durumun ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor. Yolun artık halk tarafından “korku yolu” olarak anıldığı ifade ediliyor.

Bu durum, Türkiye’nin imzacısı olduğu Paris İklim Anlaşması’nın hedefleriyle açıkça çelişmektedir. Anlaşmanın öngördüğü karbon salınımını azaltma ve çevreyi koruma yükümlülükleri, bu yasa teklifiyle göz ardı edilmektedir. Sonuç olarak, bu yasa teklifi iklim adaletini, kamu yararını, doğa haklarını ve işçi güvenliğini önceliklendirmekten çok uzaktır. Gerçek bir iklim yasası, toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla, bilimsel veriler ışığında, doğa ve emek eksenli politikalarla şekillendirilmelidir.

Kaynakça:

https://www.bbc.com/turkce/articles/c2q76y2g55po

https://www.barobirlik.org.tr/Haberler/erzincan-ilicte-yasanan-cevre-felaketinin-nedeni-hukuksuzluktur-84539

https://www.tmmob.org.tr/icerik/erzincan-ilic-altin-madeni-derhal-kapatilmalidir

https://www.tmmob.org.tr/icerik/iklim-kanunu-teklifi-uzerine-tmmob-gorusu-hazirlanan-iklim-kanunu-teklifinde-iklime-yer-yok

https://www.evrensel.net/haber/536326/karadeniz-sahil-yolu-korku-yolu-oldu

https://www.evrensel.net/yazi/96725/iklim-kanunu-mu-yikim-kanunu-mu

Related Posts

Yorum Yap